31 Ağustos 2012

Gerçeğe Çağrı: Türkiye Uzay Sektörü'nün Rekabet Gücü

Uzay sektörü ulusal rekabetçilik endeksi 15 ülke için yayınlandı. Türkiye listede değil ama ev ödevlerinin neler olduğu belli...

Futron'un beşincisini yayınladığı yıllık Uzay Rekabetçilik Endeksi (URE)'nin kapsadığı ülke sayısı bu sene ilk defa 10 ülkeden 15 ülkeye çıktı. "Klasik" ülkeler ABD, AB (tek birim olarak), Brezilya, Kanada, Çin, Hindistan, İsrail, Japonya, Rusya ve Güney Kore iken, "taze" ülkeler Arjantin, Avustralya, İran, Güney Afrika ve Ukrayna oldu. Türkiye henüz listede değil ve ne zaman alınacağı ile ilgili bir plan bulunmamakta ancak endeksin yapısı birçok ev ödevine işaret ediyor.


Gayri Safi Yurtiçi Hasıla ve Uzayda Rekabet

URE'yi Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ile karşılaştırdığımız zaman "klasik 10"daki ülkelerin hepsi (İsrail dışında) Türkiye (2011'de dünya'da 18. idik)'den büyük olan ülkeler. Fakat "taze" 5 ülkeden Avustralya dışındakilerin hepsi ise Türkiye'den GSYİH olarak küçük ülkeler. Ekonomi teorisyenleri için bu noktada şu hipotez araştırmaya değer olabilir: Uzay sektöründeki rekabetçilik gücü, GSYİH için geleceğe yönelik bir öncül gösterge(mi)dir ? Ya da bizden küçük olan bu ülkeler önümüzdeki 20 ila 50 yıl içinde bizi geçmeye "namzet" olan ülkeler mi ?

Yukarıdakiler ve aşağıdakiler

Sonuçların "yukarıdakiler" için olan kısmı çoğumuzun tahmin edebileceği gibi. ABD açık ara ile 90 puan'ın üzerinde ve lider. AB 50 puanda ve onu hemen Rusya 30-40 puan bandında takip ediyor. Dördüncü ise belki yine şaşırmayacaksınız ama Çin. "Aşağıdakiler" grubunda ise uzay programını yeniden yapılandırmakta olan Güney Afrika en son sırada. Onun üstünde son dönemin hızlı çıkış yapan ülkesi İran ve İran'ın da üstünde sahip olduğu yetkinlikleri ticarileştirmeye çalışan ve ortaklar arayan Ukrayna yer alıyor.

Uzayda Rekabetçilik: Ana Boyutlar

Ellinin üzerinde göstergesi olan URE'nin üç ana boyutu var: kamu, insan sermayesi ve endüstri. Türkiye için henüz elimizde detaylı bir çalışma yok ama her boyutun altındaki göstergelere baktığımız zaman ilk fikirler ortaya çıkabilir. Bu ilk fikirleri koçluk mantığı içerisinde "Nelerden vazgeçmeliyiz ?", "Neleri yapmaya devam etmeliyiz?" ve "Neleri başlatmalıyız?" başlıkları altında biraraya getirebiliriz.

Kamu Ev Ödevi

Kurulması planlanan Türk Uzay Kurumu'nun kuruluşunu geciktirmekten vazgeçememiz ilk ev ödevi. Uzay politikalarının üç parçasını oluşturan sivil, askeri ve ticari uzay politikalarını geliştirmeye devam etmeli ve özellikle sivil ve ticari uzay politikalarını oluşturmak üzere hızla çalışmaları başlatmalıyız.

İnsan Sermayesi Ev Ödevi

Henüz astronotu olmayan Türkiye için belki tek vazgeçilmesi gereken konu "Biz bu işi yapamayız" zihinsel modeli. Uzay Kampı bulunan Türkiye'nin bu tip altyapıları kullanmaya ve desteklemeye devam etmesi, hızlıca ilintili üniversite programlarını arttırması, uzay hukuku programlar açması ve uzay konusundaki sivil toplum kuruluşlarının sayısını arttırmaya başlaması gerekiyor.

Endüstri Ev Ödevi

Planlanan ve aktif uzayalanı sayısı, üretilmiş ve üretilmesi planlanan uzay aracı sayısı, altkomponent üreticilerinin sayısı, toplam ve yıllık fırlatma sayısı ve özel sektör yatırımları gibi parametrelere sahip olan endüstri ev ödevi için ilk önce Türk yatırımcılarının kısa vadeli düşünmekten vazgeçmesi gerekiyor. NASA'nın desteğini de alan SpaceX'in ancak 10 yılda bugünki noktaya gelebildiğini göz önüne alacak olursak, TUSAŞ gibi uzay sektörü firmalarının kurulmasının devam etmesi, ve bu firmaların uygun pazarlara, uygun hizmet ve ürünleri sunabilmeleri için önfizibilite araştırmalarının başlatılması gerekiyor.

Gelecek sene Türkiye URE'de olacak mı bilmiyoruz ama yukarıdaki ev ödevlerinin ne kadarının yapıldığını birlikte değerlendirebileceğiz...

Yolumuz "açık" olsun.

24 Temmuz 2012

Kayıp Asteroid Avcıları: İlk Macera

"Ağaç yaş iken eğilir." diyen atalarımız gibi yeni binyılda da "Asteroid yakın iken kazılır." diye yeni bir atasözümüz mü olacak

Dünyada 1000 yıllık demir-çelik üretimine ya da 100 yılık altın üretimine denk düşen bir asteroid'iniz olsa ne yapardınız ? Dünyada madencilik gittikçe zorlaşırken (iklim değişikliği, doğaya verilen zarar, yeşil ekomoni vs.) nispeten dokunulmamış bir kaynak asteroidler (bugün 9000 adet asteroid biliniyor, her sene 1000 yeni asteroid keşfediliyor) müthiş fırsatlar sunuyor.

Çoğunlukla Mars ve Jüpiter arasindaki kuşakta bulunan (ayrıca Jüpiter'in yörüngesinde iki grup ve Dünya'ya yakınlaşıp uzaklaşan üçüncü bir grup dışında) ve toplu olarak ayın yarısına denk gelen asteroidler barındırdıkları elementler (su, platinum grubu metaller vs.) açısından tekbaşlarına büyük bir refah kaynağı (bir asteroidin değeri 22 milyar ABD doları olabilir) oluşturabilirler...

Kamuya açık tarihsel gelişime bakarsak 2001'de bir asteroide ilk iniş gerçekleşti, 2005'de ilk defa bir asteroid'den malzeme getirildi (ABD değil Japonlar yaptı). Açıklanan planlara göre NASA 2015'de en büyük asteroid olan Ceres'e inilecek ve 2025'de insanlı uçuş yapılacak.

İlk adım uydu teknolojisi

Peki 2023'lere kadar beklemek istemeyenler neler yapıyor ? Sektörün liderlerinden Peter Diamandis'in de katılımı ile ünlü yönetmen James Cameron da dahil edilerek Planetary Resources şirketi 2012'de kuruldu. İlk adım olarak kurulacak bir teleskop uydu sistemi ile "değerli" asteroidleri tespit edecek olan şirket ikinci adımda da bu madenlere ulaşmayı planlıyor.

Asteroid üzerinde madencilik, birkaç iyi adam... 

Asteroid konusunda hemen ilk akla gelen filmlerin başında aslında bir felaket senaryosu olan "Armageddon" filmi ve filmde meteora iniş yapan astronotların (hızlı eğitimden geçmek zorunda kalan) başına gelenlerdir. Uzay Kampı Türkiye ile astronot yetiştirme konusunda çok önemli bir avantajı olan Türkiye'nin kurulacak Türk Uzay Kurumu'nun eşgüdümünde iletişim ve robot teknolojilerinin gelişimini takip ederek göndereceği olası ekibin risklerini minimize etmesi gerekiyor.

Hukuksal durumlar ? 

Tüm bu gelişmelere paralel olarak gelişmesi daha yavaş olan alan ise uzay hukuku. Mevcut durumda uzaydaki cisimlerin sahibi tüm insanlık, yani burada bir ticari hak etmeniz mümkün değil gibi. Ama "kervan yolda düzülür" yaklaşımı ile sanki bir asteroide ulaşan ilk şirketle birlikte bu konu tekrar "sıcak"laşacak gibi görünüyor.

Kirlenme meselesi 

Diğer bir konuda "çevre" problemi. Temelde iki boyutu olan bu problemdeki ilk boyut asteroid madenciliği ile uzayın oluşumu ile ilgili önemli kanıtları yok etme riski, diğer boyut ise asteroidlerden dünyaya gelecek madenlerin dünyadaki hayatı riske atmayacak şekilde "temiz"lenmesi. Girişimcilerin bu boyutlarda da hazır zaman varken düşünmeleri ve eylem planları geliştirmeleri gerekiyor.

Dünya dışı altına kaç para ödersiniz ?

Sonuçta 22 milyar ABD doları değerinde bir asteroidiniz var, gerekli cihazlar ile madenciliği yaptınız, madenleri dünyaya güvenli ve hijyenik bir şekilde getirdiniz ve dünyada sattınız (teknolojiniz dünyaya asteroid çarptırmak isteyen kötü adamların eline de geçmedi). Bu durumda bir süre sonra madenlerin değeri düşmeye başlayacak ve ucuzlayacaktır.

Sanayi politikaları, sürdürülebilirlik ve asteroidler

Peki bu yatırımdan yatırımcı şirket ne kazanacak ? Bu noktada sanayi politikası uzmanlarının devreye girmesi gerekiyor. Çünki uzay madenciliği sayesinde dünyada madenciliğe son verilip, dünyanın ekosistemine zarar verilmediği için dünyada madencilik yapmaya devam eden şirketlere ek vergi getirerek, dünyadışı madenleri tercih edenlerden de cep telefonları hizmetlerinden olduğu gibi bir tür ek vergi alınırsa ve bu gelirler bir "Sürdürülebilirlik Fonu"na devredilebilirse dünyayı tekrar güzel bir doğa parkına çevirme şansımız artabilir....

16 Temmuz 2012

30 Haziran 2012

Mars'ın "Dayanılır" Çekiciliği (sadece 0.3G)

"Mars gezegenine ulaşmak kendi kendine ulaşmaktan daha kolaydır."
Dr. Carl Jung

Modern psikiyatrinin kurucularından Dr. Jung bir taraftan kendi iç dünyamızı keşfetmenin zorluğunu anlatmaya çalışırken diğer taraftan da Mars'la ilgilenenler için tarihe geçecek - ve belki de çok da bilmeden - motive edici bir söz söylemiş. Bu sözü bugün kaç yatırımcı düstur olarak kabul ediyor bilemiyoruz ama yatırımların artması motivasyonun arttığına dair önemli bir kanıt.


Neden Mars ?

İlk sorunuz "Dünya'da bu kadar çok problem varken, neden Mars?" olabilir. İşte tam da bu sorunun biyolojik yanıtını kendinde barındırıyor Mars. İnsanın biyolojik saati son hesaplamalara göre 24 saatten 11 veya 16 dakika kadar uzun. Mars'da bir günün 24 saat 37 veya 39 dakika olduğunu da göz önüne alırsak aslında Mars'a gitmek bizlere ek zaman kazandıracak gibi. İşin daha ilginci Harvard Medical School'da yapılan son çalışmalara göre insanın uzun süreli uzay yolculuğu yapabileceği ideal yerçekimi katsayısı 0.3G - Mars'taki yerçekiminin aynısı !

Para, para, para

Bir de işin ekonomik boyutu var. 2009 tarihli "Mr. Nobody" adlı bilimkurgu filminde 2092 yılında Mars yüzeyinden yörüngedeki transfer istasyonuna uzay asansörü ile gitmek olan yeni tanışan çiftin erkek olanı yanlarından geçen bisiklet dolu diğer asansörü hayretle seyrederken, kadın "Bunların hepsi ihrac ediliyor, burada işçilik çok ucuz, Çin artık çok pahalı oldu" der. Belki de bunun gerçekleşmesi için dünyadaki ve aşağıdaki gelişmelere bakarsak 2092'yi beklememize gerek kalmayabilir.

Gidip geriye dönmemek ?

"Uzay Mekiklerini müzelere kaldırmayın bize verin !" İki önceki yazımda belirttiğim ve önümüzdeki yüzyıl içinde en yakın yıldıza yolculuğu mümkün kılmaya çalışan organizasyon 100Years Starship Study'nin 2011 yılındaki ilk toplantısındaki en ilginç önerilerden biri bu öneriydi. Öneriyi yapanlar daha şimdiden 500 kişiye ulaşan bir topluluk oluşturmuş durumdalar. Önerilerine Mars'a gidip, geri dön(e)memek de dahil.

Mars, Simülasyonlar ve Medya

Diğer girişimcilere bakarsak ABD'nin bugün itibarı ile en başarılı özel uzay teknolojisi şirketi SpaceX'in hedefi 2030'a kadar bir ailenin 500.000 ABD doları'na Mars'a yerleşmesini sağlamak (Dünya'da daire almak yerine, Mars'a yerleşmek ?).  Mars500 ve FMARS gibi projeler Mars'da yaşamanın simülasyonlarını yapmaya çalışmakla birlikte son dönemde basın lansmanı yapılan Mars One projesi ise 2023'e kadar Mars'da insan yerleşiminin mümkün kalınmasını sağlamayı ve bunu yaparken de tüm süreci bir medya olayına dönüştürmeyi hedefliyor.

Bize düşen ?

Tüm bunlar olup biterken Türkiye ne yapabilir ? İlk önce bu konuda en aktif ve önemli uluslararası organizasyonları belirleyip - Mars Society gibi - ortak girişimler kurabilir. Bu girişimler için Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanlığı ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın desteğinde veya kurulacak Türk Uzay Kurumu'nun eşgüdümünde bir fon kurulması ve bu fon ile stratejik projelerin başlatılmasında "bugün" büyük fayda var, aksi takdirde çok geç olabilir. Ya da sessizce oturup Ağustos ayında NASA'nın Mars Programı dahilinde gönderdiği Curiosity'nin  Mars'a inmesini seyredeceğiz...

24 Mayıs 2012

Ay Harekatı: Herkes Birgün Aya Gidecek

"Ay taşıtı-1": Ne yazık ki bu taşıt Türkiye'nin geliştirdiği bir taşıt değil, Hindistan Uzay Ajansı'nın 2008-2009 yıllarında ayda su buzunu bulan ve Hindistan'ı aya inen 4. ulus yapan taşıtın yani Chandrayaan-1'ın ismi...

Ayın yeni dinamikleri

Ay'ın 2000'lerin sonunda tekrar gündeme gelmesinde birkaç dinamik var:
  • Yeni jenerasyon füzyon reaktörlerinde kullanılması beklenen Helyum-3'un ayda bulunması
  • Ayın kraterlerinde su buzunun bulunması
  • Aydan dünyaya transfer edilebilecek güneş enerjisi üretimi,
  • Ayın diğer gezegenlere yolculuk için platform veya "ara koloni" olarak kullanılabilmesi ve
  •  -Ama kesinlikle sonuncusu değil insanlık - Dünya için bir tür "yedekleme" mekanizması sunması. 
Ay turizmini saymıyorum bile...

Medyada yansımalar

Eğilimin yoğunluğunu tartmak için isterseniz popüler kültürde bir geziye çıkalım:

  • 2009'da Duncan Jones ("Space Oddity" şarkısının yazarı David Bowie'nin oğlu) tarafından yönetilen "Moon" filmi
  • 2011'deki üçüncü Transformers filminin bir kısmı ayda geçen "Dark of the Moon" filmi
  • 2011'de  best-seller yazarı Frank Schaetzing'in ayda geçen "Limit" adlı romanı
  • Mayıs 2012'de "konvansiyonel" yöntem ile uzaya çıkan Örümcek Adam'ın dergi kapağında arka planda ay ile poz vermesi...

Bilim ve Girişim

Bilimsel aktivitivelere bakarsak 2004'den itibaren ABD başta olmak üzere Japon, Çin, Hindistan ve Avrupa Uzay ajanslarının gönderdiği prob'lar son dönemdeki en önemli hareketliliği oluşturuyor. Ama belki de bunlardan daha önemlisi özel sektörün de artık aya yönelik sıcak bakmaya başlaması. Google'un X Prize ile birlikte başlattığı "Google Lunar X Prize" bu konudaki en sıcak girişim. 2015 yılına kadar aya gidecek ve belli kriterleri karşılayacak ilk özel şirkete 30 milyon ABD doları vaad eden bu yarışmanın iddaalı ekiplerinden Moon Express gibi şirketler artık ayı ekonomik olarak iş yapılabilecek bir yer hale getirmeye çalışıyorlar.

Türkiye'nin Ay Altyapısı

Türkiye ise Uzay Kampı Türkiye'ye sahip, ortaöğretimde uzaya yer vermeye başlamış (Doğa Koleji Uzay ve Astronomi derslerini zorunlu hale getirdi, Kültür2000 Koleji NASA Ames Merkezi'nin 2012 Uzay Yerleşimi Tasarım Yarışması'nda Özel Onur Ödülü aldı, Özel Sezin Okulu Fütürist Senaryo Yarışmalarında uzayda yaşam ile ilgili senaryolar geliştiriyor), Türk Hava Kurumu Üniversitesi Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi kurulumuş iken acaba bu yeni "mega" trend/eğilim'den Türkiye genç nüfusunun avantajını kullanarak nasıl yararlanabilir ?

Mega proje mi Makul proje mi ?

Uzay ile ilgili projelerin en büyük sorunu hep mega projeler olarak tanımlanması ve yatırımcılara çok fazla ön maliyet yüklemesi. Ancak yeni açıklanan yatırım teşvikleri içerisinde "uzay taşıtları ve/veya parçaları imalatı" Büyük Ölçekli Yatırım olarak belirtilmişken Türkiye'de  en az 4-5 yatırımcının bir araya gelip uzun vadeli perspektif ile üniversite ve liseler ile bir araya gelerek küçük çapta projeler - mesela bir ay aracı tasarımı - başlatabilirler. Google Lunar X Prize'a başvuru süresi bitti, zaten Türkiye'den katılımcı da yok ama Türkiye kendi yarışmasını başlatsa - kurulacak Türk Uzay Kurumu'nun da himayesinde - acaba 20 yıl sonra Türkiye'nin aydaki pozisyonu nasıl olabilir ?

27 Nisan 2012

Yolcu Yolunda Gerek: En Yakın Yıldızda İnebilirmiyiz ?

Nobel Vakfı, İngiltere Kraliyet Akademisi, Osmanlı İmparatorluğu, Siemens, Katolik Klisesi ve British East Indian Şirketi. Bu kurumların ortak noktaları neler ?

Hepsinin ortak noktası yaşam sürelerinin 100 yıldan uzun olması. Diğer bir ortak noktaları da dünyaya en yakın yıldıza gitmek için Amerika’da DARPA ve NASA’nın başlattığı “The 100 Year Starship StudyTM100yss.org projesinde mercek altına alınmış kurumlar olmaları. Neden mi ? Çünki eğer en yakın yıldıza önümüzdeki en geç 100 yıl içinde gitmek istiyorsanız – güneş sistemindeki herhangibir gezegen’e değil, dünyaya en yakın yıldıza – yapmanız gereken ilk eylemlerden biri bu girişimi destekleyecek üçüncü sektör organizasyon modeli geliştirmeniz ve uygulamaya koymanız.


İlk Buluşma

Bu amaçla Ekim 2011’de Florida’da DARPA ve NASA’nın düzenlediği kamuya ve her ülkeye açık 3 günlük sempozyuma katılan tek Türk olarak (Çin’den 40 kişilik genç bir ekip, asker gibi tüm oturumlara disiplinli bir şekilde katıldı) oldukça karışık duygular içindeydim. Çoğu ya aya inişi görmüş veya uzay mekiğinin ilk fırlatılmasını izlemiş her X kuşağı üyesi gibi ben de küçükken uzaya gitmek ve astronot olma hayalleri kurmuştum/kurmaya devam ediyorum. Henüz uzaya gidemedim ama böyle bir sempozyuma katılmak 3 gün için bile olsa beni uzaya götürüp getirdi.

"Woodstock of Space Travel"

Peki sempozyumda neler oldu, neler tartışıldı derseniz üç boyut (İnsan-Teknoloji-Organizasyon) altında bunları toplamak mümkün. Ama bundan önce sempozyumdaki 7 ana programdan biri olan “Zaman-Mesafe Çözümleri” oturumlarının ilkinde oturum moderatörünün salonun tıka basa dolmuş olmasına bakarak: “Bu toplantı Yıldızlara Yolculuk alanının “Woodstock”u olmuştur!” dediğini söylemem gerekiyor…

İnsan için 100YSS

İnsan boyutunda bakarsak en sıcak konular bu yolculuğu tasarlanabilmesi için en önemli kaynak olan insan kaynağını ve en önemlisi genç kuşağın nasıl harekete geçirilmesi gerektiği, “transmedia” kavramının bu eylemlere nasıl katkı sağlaması gerektiği ve bu yolculuğa çıkacak insanların karşılacağı ana sorunlardı. Örneğin uzayda doğan bebekleri insan olarak mı adlandıracağız yoksa farklı bir tür olarak mı ?

Teknoloji için 100YSS

Teknoloji boyutunda ilk akla gelen soru hem yerçekiminden kurtulmak hem de daha sonra en yakın yıldıza ulaşmak için güneş yelkenlileri, kimyasal roketler, lazer yelkenlileri, antimadde roketleri gibi teknolojilerin bugün içinde bulundukları durum ve gelecek 100 yıl içerisinde hangi noktaya gelebilecekleri idi. Bunları arka arkaya okuyunca bilim kurgu romanı okuyor gibi hissedebilirsiniz ama oturumları girip teknolojileri uzgörü yöntemleri ile incelediğiniz zaman 100 yıl içerisinde en yakın yıldıza gitmenin hiç de olanaksız olmayacağı ortaya çıkıyor…

Organizasyon için 100YSS

Organizasyon boyutunda ise en çok tartışılan konular 100 yıl hayatta kalması gereken bir organizasyonun nasıl yapılanması, fonlanması ve önceliklerinin neler olması gerektiği idi. Bu yolculuğu sağlayacak finansmanın farklı melek yatırımcı ve/veya ABD’de hayata geçirilmesi tartışılmakta olan “For Benefit” organizasyonları tarafından yapılabileceği konuşuldu.


Ev Ödevlerimizi Aldık mı ?
Mayıs 2012 itibarı ile 100 YSS organizasyonunun kurulması görevi kimya mühendisi, Afro-Amerikan araştırmaları uzmanı ve tıp doktoru olan, Eylül 1992’de ilk Afrikalı Amerikalı kadın astronot ünvanı alan Dr. Mae Jamison’a verilmiş durumda. Kendisinin faaliyetlerini ilgi ile izleyeceğiz ama Türkiye bu çalışmaya nasıl katkı yapabilir bunu da düşünmek lazım. Kurulması planlanan Türk Uzay Kurumu için diğer bir ev ödevi…

31 Mart 2012

Uzay Ticareti: Ama Nasıl ?

Fütürizm Okulu’nda verdiğim “En Etkili Yöntemler” dersinde her sene bir sektörü seçip uygulama yapıyorum. Bu sene bir önceki yazımdan tahmin edilebileceği gibi konular “Uzay Turizmi” ve “2030’da UzayTicareti” idi.

Bu yazıda size küçük ama motive sınıfımızla yaptığımız çalışmanın sonuçlarını paylaşacağım. Öncelikle şunu belirteyim: 20 kişilik sınıfta 6 kişi şimdiden uzaya gitmeye hazır olduğu belirtti. Fena bir başlangıç değil !

Bilet Kuyruğu !

İlk çalıştığımız konu uzaya gitmek daha doğrusu tescilli “astronot” olmak için çıkmanız gereken “alçak dünya yörüngesi”ne gitmek için alınacak biletin fiyatının 10.000 ABD doları’nın altına düşeceği zaman dilimi idi (2012’de en güvenilir bilet 200.000 ABD Doları). Bu konu neden önemli derseniz, uzayın ulaşılabilir olmasını sağlayacak ilk ve en hızlandırıcı adım olmasından dolayı. Örneğin gen teknolojisi alanında şu anda 10.000 ABD dolarına gen haritanız çıkabiliyor ve bu hizmetin 1.000 ABD doları seviyesine bir iki yıl içinde geçilmesi bekleniyor.

Delfi'nin düşündürdükleri

İki turlu Delfi yöntemi uygulaması sonucunda 10.000 ABD dolarlık biletin 2020 ile 2028 arasında, ve daha yüksek ihtimal ile 2025’de gerçekleşebileceği ortaya çıktı. 2012-13'de ilk uçuşun planlanıyor olması, ikinci aşamada ilk zengin grubun (yaklaşık 1000 astronot) uzaya çıkmasından sonra fiyatlarda ani düşüş olabileceği tartışıldı. 100 milyon ABD doları olabilecek ve 2020’de geri alınması gerekecek bir AR-GE ile maliyetin düşebileceği ve genç nesile yönelik ulaşılabilirliğin artabileceği belirtildi. Ancak global krizler ve nüfusun yaşlanması bu senaryoya gecikme ekleyebilir.

Bana Senaryo'nu Söyle, ... 

İkinci çalışmada ise “2030’da Uzayda Ticareti” hakkında senaryo matriksi hazırlandı. Bu çalışmada senaryoyu oluşturacak olan ekonomiye etkisi ve belirsizliği yüksek iki mega itici güç veya eksen (1) doğal kaynaklar ve (2) ülkeler arası politik ve ekonomik üstünlük arayışı olarak belirlendi. Bu iki eksende oluşan dört senaryo ise şunlar oldu:

  • AVATAR: Doğal kaynakların tükenmediği ama Tekellerin oluştuğu senaryo,
  • KIYAMET GÜNÜ: Doğal kaynakların tükendiği ve Tekellerin oluştuğu senaryo,
  • LÜKÜS HAYAT: Doğal kaynakların tükenmediği ve çeşitliliğin hakim olduğu senaryo
  • UMUDA YOLCULUK: Doğal kaynakların tükendiği ve çeşitliliğin yine hakim olmaya çalıştığı senaryo


Favorimiz...

Çalışma grubu olarak gelecek senaryolarından (B)’yi kesinlikle istemediğimiz, geleceğin yüksek ihtimalle (A) ile (D) arasında gerçekleşebileceği ve istediğimiz senaryonun (C) senaryosu olduğunu tartıştık. “Herkes için Lüküs Hayat” senaryosu için neler yapılabileceğini ayrı bir toplantıda tartışmakta fayda olacağı kesin ve eğer bu senaryoyu gerçekleştirebilirsek yeni kaynaklar, yeni pazarlar, yeni yerleşim alanları, farklı deneyimler ve tüm insanlar için minimum bir refah seviyesi yaratmak için büyük bir adım atmış olacağız.

Dünya çapında gerçekleşebilecek bir afete karşı da hazırlıklı olmamız cabası olacak…